About Me

header ads

Kaybolan Büyü, Var Olan Büyü

La fille sur le pont (1999) filmini, ilk izleyişimin ardından ertesi gün yeniden izledim. Bu güzel filmi yeniden izleme isteği duymamın iki nedeni vardı. Birincisi, ilk izleyişimden sonra uyuyana kadar; filmin en büyüleyici sahnesi olan, bıçak ustası erkeğin, hedefi olan kadına attığı bıçaklarla anlatılan aşk sahnesinin mükemmelliğinin bende yarattığı duyguları yaşamamdı. Sabah uyandığımda da yeniden izlediğim bu sahne beni yine etkilemişti. Filmi yeniden izlememin bir diğer nedeni ise filmi daha iyi anlamak, gözümden kaçmış olabilecek noktaları görmekti.

Sanatın insanın üzerinde bıraktığı etkiler, o bildik sinemadan çıkmış insan etkisi ya da çok iyi bir film, oyun izledikten, çok iyi bir kitap okuduktan sonra içe dolan erinçlik hissi tekrar tekrar yaşanmak istendiğinde her zaman aynı etkiyi bırakamıyor. Buna benzer bir durumu, beni çok etkileyen bir oyunculuk olan Bülent Emin Yarar'ın oyunculuğunda izlediğim Hamlet oyununda da yaşamıştım. O kadar beğenmiş ve hayran kalmıştım ki birkaç gün sonra yeniden o oyuna gitmiştim. Ama bu sefer, ilk izleyişimdeki duyguların çok azını yaşayabilmiştim. Köprüdeki Kız (1999) filminde de bunu yaşadım.

Bıçaklarla anlatılan, bıçak darbeleri sonucu ortaya çıkan mimik ve nefeslerle hat safhaya ulaşan mükemmel bir anlatım ve harika bir müziği içeren o sahne, bir gün sonra yeniden izlediğimde, yeniden izlememe neden olan o harika duyguları yeniden yaşatamamıştı bana. Halbuki belki de sırf onun için izlemeye kalkmıştım aynı filmi, ertesi gün.

Bu konu beni bu satırları yazmaya itti. Neden aynı etki oluşmadı üzerimde? Neden yeniden duyamadım aynı duyguları? İlk söyleyebileceğim şey, aradan çok az zaman geçmiş olması olabilir. Biraz unutmak gerekiyor galiba. Çok güzel bir yemeği yedikten sonra yok olan açlık hissinin ardından midede ve damakta kalan o huzur verici tat gibi. Zaman geçtikçe duyguların ve sahnelerin detaylarını unutmak ama bir yandan da o kaybolmaz lezzetin kendi kendine hep var olması.

Ama bu durum korkutucu da bir yandan. Bu örneği sinema eseri ve insan arasından çıkarıp insan ve insan arasındaki bir ilişkiye bağlarsak ne olur? Bu durumda da bu kurallar mı geçerlidir? Tekrar tekrar aynı şeyleri yaparak aynı duygu yoğunluğunu beklemek, beklentide olduğumuz şeye karşı bir haksızlık mı yoksa? Yoksa doğaya aykırılık mı?

Bu, çok az zaman geçmesi durumunu bir kenara bırakırsak... Başka ne olabilir aynı hissi yaşayamamanın nedeni? Sürpriz, bilinmezlik, ilk defalık, ilk karşılaşış ortadan kalkıyor. Ne olacağını biliyoruz. Sahneler ilerleyecek, bıçaklar fırlatılacak. İlk izleyişteki, acaba bıçak vücuduna saplanırsa korkusu ve gerginliği olmayacak. Çünkü biliyoruz, olmayacak. Bir görüntüden sonra gelecek görüntünün bilinmezliği ortadan kalkacak, bir ışığın vuruşunun yarattığı duygu şaşırtıcı olmayacak, daha mekanikleşecek karşımızdaki görüntüler; ister istemez.

Sanat eserinden, o güzel duyguyu, sanat duygusunu sık sık istememeliyiz. Yoksa değerini anlayamıyoruz onun; eskisi gibi hissedemiyoruz. Var olan büyü her zaman var. Ancak biz bencilliğimizle bazen onu kaybediyoruz. Ona iyi davranalım. Onla beraber yaşayalım. Onu unutmadığımızı, hatırımıza düştüğü, özlediğimiz bir zamanda o büyülü eseri yeniden yaşayarak hatırlayalım. Bu yazıyı yazmamın üzerinden bir gün geçtikten sonra bir not eklemem gerekirse... O güzel sahneyi tekrar ve tekrar izlediğimde her seferinde o büyüyü yeniden yaşayabildiğimi fark ettim.


Yorum Gönder

0 Yorumlar